27 Nisan 2014 Pazar

Gergin Adam

   İlk meal okuduğum zaman 30-40 sayfa aralıksız okumuştum 13 yaşındaydım sanırım. Orada anlatılanları kafamda çizgi film gibi canlandırıyordum hatta Nuh'un gemisindeki hayvanları izlediğim bir animasyon belgeseldeki hayvanlarla eşleştirip isim vermiştim onlara.Okuduktan sonra babama "Baba Allah neden bu tehdit edip korkutuyor bizi?" demiştim. O da :" Bizi değil oğlum kafirleri O'na inanmayanları tehdit ediyor." demişti.

   Azer Bülbül demiştim. Evet. Müslüm'ün, Orhan'ın, Ferdi'nin gölgesinde kaldı bu tütün sarısı adam. Çok mu içiyordu,evet. Ama hep gergin saatlerin adamı oldu. Onu dinleyen adamlar hep dışlandı toplumdan. Aslında toplumu dışlayan onlar oldu. Kız kaldırmalık şarkılar yapmadı Azer. Onun linkini paylaşmaya utandılar. Otobüste o çalınca inenler oldu. Kulaklıkta son ses kimse dinlemedi onu. Yeşilçamda oynayamadı. Hülya Avşar'la sevişemedi. Dört bir yanı kuşatılmış şehir gibiydi , hiç tadı olmadı hep zehir gibiydi o kadar doluydu ki nehir gibiydi aklı yerinde değildi ama deli de değildi.Deliydi belki.Delilik bir mertebedir çünkü. Azer dinleyen esmer yürekli çocuklar ciğere ciğere vurdu beş yaprağı. Sikimsonik popüler kültür magandalarından kırk tanesini bir dizesine değişmeyeceğiz gergin adamın. Üzülmedik ki reis. Kaderimizdir dedik üzülmedik. Murat Menteş ibişi Orhan'ı, Ali Lidar romantiği Ferdi'yi, enteller Müslüm'ü yazdı biz de seni sevdik Azer. Mekanın cennet olsun.

       

23 Nisan 2014 Çarşamba

At Kendini Discolara

Acar'a ithafen;


Cana yetinen ne olabilir. Bir cana ne yetebilir. Çaresizlik mi en bilinen çarelerde. Her terslikte bir düzlük var mıdır hakikaten, terso mudur zaten hayatımız? Bilinçsizken bile kendimizdeyiz. İnsanın kendinde olmaması aynı zamanda günahlarda olduğu anlamına da gelir. Nasıl ilerliyoruz mesela satıyorlar mı bizi ilerlerken tüm bunların da sebebi korkular mıdır. Bir şarkıdan yazıyorum size çıldırıyorum yerindeyim şu an. Aklımızı başımızdan alırken her şey başa döndürür bizi.

Kuran kursunda yediğimiz dayaklar etti bizi galiba ya da orada öğrendiğimiz tecvid ayakta tutuyor gönlümüzü. Polifonik melodide kaldı benim gençliğim. Enfeksiyon kaptı ömrümüz. Bir çift sözümüz kaldı yarin kaderinde. Önce Kerem olduk aslıyı sonra Ferhat olduk dağları delip özlem tekine dönüştük. Böyle de garibandır mizahımız. Razıyım yarabbi erken ölmeye. Muradımız böyleymiş kemancı kardeş diye sekizinci sınıf bir şaire evrilebilirdim. Ama gerçekliğin kıyısındayım şu an yüzleşiyorum kendimle ve bilincimle. Kırmızı kalemle yanlış çizdik kale çizgisini. Mahallenin en küçüğünden dayak yedik. Onur'du adımız sözde. İmamın iki dudağı kadar ömrümüz.
Masaya yancı olsak hesabı biz öderiz. Gerçek her şeyin babasıdır çünkü her şeyin anasını sikmiştir gerçek.


13 Nisan 2014 Pazar

Doğru Bu

 Çok büyük üzüldüm seneye de üzülürüm. 11 aydır çalıştığım yerden istifa ettim geçenlerde. Aslında hiç başlamamıştım işe nasıl istifa ettim anlamadım. İşsizim. Hiç iş sahibi de olmadım.Çorap değiştirir gibi acı değiştiriyorum. Acaba hayırlı evlat olmak nasıl bir duygu. Dört beş ay önce bir dost meclisinde kahkaha attım aradan beş on saniye geçti şöyle bir durdum hemen toparlandım utandım gülmekten utandım. Yaşadığım şeye ihanet ettim sanki. Bilmiyorum.

  Bilerek doğuruyoruz acıları. Bilerek ölüyor ve bilerek yaşıyoruz. Pişmanlığın ve geriye dönüşün faide vermeyeceği o günü de biliyoruz. Bilerek hata yapıyor ve bilerek yaptığımız hataya üzülüyoruz. Bilerek saçmalıyor bilerek diriliyoruz. Bilerek yalan söylüyor bilerek aşık oluyoruz. Bilerek yaraların kabuklarını kolayca kaldırıyoruz. Bilerek hüzün kitaplarına adımızı yazdırıyoruz. Bilerek yüreğimize paha biçiyoruz.
Biraz gurbet olmuşuz biraz memleket. Biraz yabancı olmuşuz biraz biraz tanıdık. Biraz cevap olmuşuz biraz soru. Her şeyden azar azarız. Hiçbir şeyden çoğuz. İyiden uzak hüzne yakın, acıya paralel hüzne dik olmuşuz. Toparlanamıyor belimizi doğrultamıyoruz. Boynumuzdan bağlamışlar yaşamaya. İsmimiz yazmıyor ilmeğimizde. Ne bir türkü olmuşuz ne de bir hasret. Tüm bu telaşın içerisinde bir “var” var. Tüm bu varlığın içinde bir yokluk var. Umudun ışıkları tünelin sonunda dörtlüleri yakmış bekliyor aslında. Tünele girince telefon çekmeyeceği için korkuyoruz tünele girmeye. Prize yakın olmasak yaşayacağız belki. Sabah uyandığımızda beyaz ekranlara değil de gökyüzüne bakmayı becerebilirsek olur.
Sonbaharda, karanlıkta, gecenin bitimi, takatin son damlasında. Hatta ve hatta tüm bu telaşın içinde bilerek unuttuğumuz görmezden geldiğimiz o “var” a dönüyoruz aslında hep, bilerek veya bilmeyerek. İsteyerek veya istemeyerek. Menfaat icabı veya değil. Rehabilitasyon icabı veya değil. Gönül rahatlığı veya değil. Züğürt tesellisi veya değil. Acının içinde kıvranırken dahi dönüyoruz ona. Hata yapmadan önce de dönüyoruz yaparken de yaptıktan sonrada. Korkarak da dönüyoruz. Severek de. Ama dönüyoruz ama seviyoruz. Dönmeyi ve sevmeyi istiyoruz. İşte bu alemi manada vuku bulan bir olaydır. İşte bu bizim gövdemizi tunca dönüştüren sarsılmaz iman kalesidir. Evet iman!


   Evet iman!Yoklukta ve darlıkta. Hatada ve acıda. Her yanlış da ve günahta. Her sevapta ve iyide. Hissediyoruz. İnanıyoruz. Teslim oluyoruz. Acılardan,yanlışlardan, sancılardan arındırmasada, rehabilite etmesede. Sevsede sevmesede. Dönüyoruz. Eve dönüyoruz,kalbimize dönüyoruz,şarkıya dönüyoruz. 



10 Nisan 2014 Perşembe

Dünya noluyor götün başın oynuyor

Yalnızlığa alıştıysanız yalnız değilsinizdir artık. Yalnızlık değerini kaybetmiştir.Basitleştirmiştir yalnızlık. Çorapla ıslak terliğe basmış gibi olursunuz. Rüzgar ne yönden eserse tersi istikamette yürüyoruz.Hiçbir ezgi bizim için çalmıyor. Hiçbir parmak değmiyor bizim için defe. Dönüyoruz. Dönüyoruz hiç varamadıklarımıza. Hiç bilmediklerimize dönüyoruz. Tıpkı bilmediklerimizi düşlediğimiz gibi. İnsan bilmediği daha önce görmediği bir şeyi düşleyemez. Düşleyebiliyorsada o gördüğü düş değildir. Düşünemediğimizi düşleyemeyiz.
Döngü demişken. Tanrı ve yarattıkları. İkisini birbirinden bağımsız düşünüyordum ben şimdiye kadar. Ama dün gece bunun böyle olmadığına kanaat getirdim. Tanrı ve yarattıkları iç içe. Belki de aynı düzlem içerisinde. Zira böyle olmasaydı insanlar Tanrıya inanmamakta özgür olurdu. Allah ve yarattıkları aynı düzlem içerisinde bir sistemde devam ediyor. Bu sistem asla başa dönmüyor. Bu sistem asla bir döngü değil. Başı ve sonu olan bir sistem kesinlikle değil. Bu sistem Tanrı nın kontrolünde maddenin,toprağın,insanın,dünyanın ve alemlerin yaşamlarını sürdürdüğü bir şey. Evet şey. Burada kısır bir döngü yok baş ve son yok. Başlangıç ve bitiş yok. Allahın kontrolünde akıp giden bir akarsu gibi, aynı şeyden iki defa olabilir ama aynı şey kesinlikle başa dönüp aynı şey olarak devam etmiyor. Tıpkı Soundcloud sitesinde var olan şarkıların sırayla çalması gibi. Ama sınır Soundcloud. Bu sitenin içerisinde bir şarkıdan 100 tane olabilir. Ve belirli aralıklarla bu şarkı çalabilir ama asla başa dönmez. (Tabi tekrar et modu koymazsa Soundcloud). Tanrı ve yarattıkları da böyledir. Azer Bülbül ile ilgili bir yazı yazacağım hatırlatın bana.
Bugün gene format attım acılara. Zaten ne zaman acılara format atsam aklıma arabanın triger kayışı gelir. Tövbe edecek yüzümüz olsun yeter demiştim zamanında. Eskiden Küçük Emrah'ın motorcu çetelerle ilgili bir dizisi vardı. Kapkara siyah deri montlar tüylü müylü. Ne güzel günlerdi be. Yormayayım klavyeyi,kelimelere zulmediyorum şu an. İçimden geliyorum çok yorgunum.