23 Aralık 2014 Salı

ils sont eux

   Ciddiyet o kadar da ciddiye alınacak bir şey değil. Ben asırlardır bir adam bekliyorum. Şehre koşarak gelecek ve beni tokatlayacak. Kollarımın iki tarafından sıkıca kavrayıp silkeleyecek beni. Yüzüme tükürecek, bağıracak çağıracak, gülmeyecek, adam yerine koymayacak beni.
   İçim ürperiyor ya evdeysen.Dünyanın bütün hor görülmüş duyguları bendedir. Bendedir koltuk altlarında dolaşan utançlar. Paltomla örtüyorum bütün ikindi kahvaltılarını.İsmet Beyin kanla kirlenmiş evrakından benim anladığım; utanç dolu bir hayattır misal. Onun evrağını amel defterine, kanı da utançlarına benzetiyorum.
  " İradenin tarihiyim" demişler, ne güzel demişler. 100 ciltlik kitap çıkar bu sözden ama çıkarmıyorlar. Kadın çığlığı kötü bir habere gebedir.Bir şey deme. Pişmanlıklardır göklerden gelen.
    "Güzel olan hiçbir şey hülasa edilemez" demiş çünkü Vâlery. Biz de hiçbir güzelliği hülasa edemedik.


Geçmiş olmadı.

16 Kasım 2014 Pazar

Ninni.

          Çemredim kollarımı daha kendiliğinden çemrilmiş hazır gömlekler çıkmamışken. O gömleklerde fena havalıydı hani.Ben de havalıydım bir zamanlar daha kaybetmemişken gençliğimi. Gençlik derken bıyık sakal değil, bıyık sakalın tamir edemediği gençliğimiz.Çocukken ceviz ağacımız vardı köyde, hala var.Neyse konu bu değil, o cevizler yeni olmuşken, daha taze iken, içi bembeyazdır ve taptazedir. Hatta cevizi kırıp açtıktan sonra bir daha ince sarı bir kabuğu vardır onu da soyarsınız.O cevizi ilk defa kırarken yeşil taze kabuğu elinizi yeşile boyar, sonra o yeşil siyah olur ve elden lekesi uzun süre çıkmaz. Yaz tatilinin ardından okullar açılınca şehre dönerdik. Ellerimiz hala siyah. Okuldaki çocuklar köylü demesinler diye hep saklardık ellerimizi. Bu yüzden öğretmenlerimden fırça yediğimi bile biliyorum. Öküzlüğü, modernizmi görüyor musunuz?
         İşte böyle kaybettim gençliğimi. Ellerimde siyah ceviz lekesi kalmıyor artık. Cevizi tazeyken de yiyemiyorum artık. O lüksümü bile kaybettim. Lüks arayacak lükse de sahip değilim. Elimden kayıp gitti tüm ceviz lekeleri ile beraber. Gel kurtarıcım ol, yeniden ceviz lekesi sür ellerime. Kimsenin yüzme bilmediği bir denizde boğulmaktan son anda kurtar beni. Bir daha boğulmayayım şehirde, kalmayalım.
      Alkış sesleri ile bölünsün istiyorum konuşmam. Takvam da arşı delsin istiyorum ama klavyem izin vermiyor.Keşke diğer köylü çocukları benden ayrı tutabilsem. Sorumluluk. Keşke "gam"larımı aldırabilsem.Çocukken aldırmalıymışım, büyüyünce zor oluyormuş.Kuruyum, yanımda yaşlar yanıyor. Gençliğimi cevizin lekesinde bıraktım, vestiyer doluydu...



                      

2 Kasım 2014 Pazar

Kimliği Belirlenen Ölüler

     "Allah bize dua etsin" dedi bugün bizim ufaklık. Cam kavanozda sakladığım delikanlılığımı sana çarpıp düşürdüm.İpek kravatlarım vardı, haramdan ipliklerim. Saklayamadım ciğerime çektiğim hiçbir bulutu.Sütten ağzım yanmadı ama yoğurda üflemeli çalgı muamelesi de yapmadım. Tişörtümü çuval yapıp, içinde biriktirdiğim karakterlerimi  sana yetiştiremeden düştüm merdivenden.Elif ba'yı okumadan geçtim Kuran'a. Hiçbir sezon sonu indirimini hak etmedim.Jeneriklik gollerin tekrarını göremedim. Keşke bende çöpte Dostoyevski bulsaydım,gerek kalmazdı belki tasvirleri arşınlamaya. Hasretinden kramponlar eskittim.İncindi naif yüreğim. 
    Ben aslında çok duygusal yazacaktım. Konumuma erişmek isteyenler oldu izin vermedim. Başladığım işi hep yarım bırakırım, yarım bırakmak benim karakterimdir. Ev baklavası elbette daha lezzetlidir ama doğal olan hiçbir şeyi sevmem.Ben anlaşılmamaya alışığım. Anlaşılmaya da alışığım. Sana çok şey saklamak istedim. Sakladım da ama buldular. Çözülmesi gereken bir problem olsaydım. Benim kaç yaşıma gelmeme daha kaç yaş var biliyor musunuz siz? Bana dün lazımdı bugünkü aklım. Biriktirdiğim sakladığım ne varsa sana gelmeden bittiler. Sana dediysem sana seslenmiyorum. Kapkara bir gün geçirdim soran olmadı. Ağıtlardan uçurtma yaptılar anneler, kan bereketti her düşen toprağa. Hep veresiye satan oldum ben.
   Küstürdüm deri ceket giyen gençleri. Kalpleri aynı ritmle atan gençleri İnançları ve idealleri uğrunda fedakarlık yapanlar. Kaldı mı onlardan sahi?

    İnsanoğlu ve Al Pacino iyi yerde kesişmişler. Kaliteli ölümlerin sahibi insanoğlu. Ölümler. Kaliteli ölümler. Kapkara bir gün geçirdim. Çok yoruldum. Bu kadar samimiyetsizlik yeter ulan! Zaman her zamankinden iki katı daha hızlı akarken, yerde ölme git kanepede öl kardeşim.

                         

29 Eylül 2014 Pazartesi

Sabah Şehre Henüz Kamyonlar Girerken

          En başındayım senin.
          Elektrik direkleri toprağın ölümüdür.Pili bitiyor dünyanın artık. Karma çiçeklerimin içinde kayboluyor manolyalar. Piçler yarım kalıyorlar. Yarım yamalak. Çiçekler üzülmüyorlar, çocuklar üzerlerinde top oynayınca.
          Zaten kimsenin kaybedecek bir şeyi kalmadı ama gene de soruyorum ben, şaşılacak bir şey kaldı mı? Ne olsa şaşırırsınız mesela? Ne şaşırtabilir sizi? Şaşırma duygusu kaldı mı, şaşırmak, Ya Rabbi ... Şaşıramıyoruz. Şaşıramadığımız bir dünyada yaşamaya çalışıyoruz.
        Mevsim normallerinin üzerindeyim bugün. Teşekkürlerim borç olarak birikti. Sahte Amerikan filmlerindeki son saniye ile kazanılan bir üçlüğe  ihtiyacım var.Hayvanların, Rumların,Esnafların sekiz köşe şapkaların zaaflarında bulabilirsiniz beni.Hah! Bu zaaf, zaaf bu. Ben böyle olunca bana yardım mı etmek istiyorsunuz? O zaman bana yardım etmeyi bırakın.
       Ihlamurların neden açmadığını da biliyorum  Baudelaire ve Poe'nun can sıkıntısını da. Bilmiyorlar benim sıkıntımın tarlalar sürdüğünü.Sömürgesi olduğum tahtalardan koltuk yaptılar sözlerime. Mühürlenecek kalplerin sıralı listesini buldum.Karakterleriniz de değiştiriyor tabi elbise değiştirirken.Benim hevesim kursağıma yuva yapmışken, başka hiçbir kuş konamaz o yuvaya. Çünkü İsa'dan bir şey kalmadı bana. Tüm intiharları durduracak bir planım vardı, sonra "e" harfine yaslanıp uyudum." Uyanmalıydım,  yeniden, bütün gölgeleri keşfetmek gerekirdi. Bileklerine mani oluyordu ay parçaları.Bıraktım. Bıraktım tabiattan çekilen elleri. Sevabına işledim deftere tüm yenilgilerimi. Şimdi ne yazsam olmuyor şu kısacık ömre,art arda gelen teyzelerden birinin bastonuna yetişmeliyim. Sevabına işlemeliyim tüm yenilgilerimi deftere.Tüm kapılar kapansın. Ben böyle olunca bana yardım mı etmek istiyorsunuz? O zaman bana yardım etmeyi bırakın.

17 Ağustos 2014 Pazar

Küfre yaklaştıkça imanım artmıyor.

     Sen üzgünken şehir kalabalıklaştı. Bereket geldi yurdumuza, aynalar koro halinde bağırdı çirkinliğimizi. Sen üzgünken kardeşim, pahalılaştı hayat, limonu tane tane satıyorlar şimdi. Düğünlerde davulcular para toplamadı. Uğursuzluk getirmedi düğünden önce gelini görmek. Meteor yağıyor dünyaya yağmur yerine. Sen üzüleli asırlar oldu, mezar taşları değişti, mermerler belirliyor ölüleri.
   Anladım, neden tenekelere artık toprak doldurulup çiçek ekilmediğini. Askerler sağ salim döndü çünkü.  Bense hala meydanlarda bağıran, kuzu kulağı kokan elleri olan, ölülere doğru yürüyen, kurşunun işçinin böğrünü boşuna örselediğini bilen biri olmadığımın bilincindeyim. Kelebeklerin ömrünü kısaltıp onları sevindirecek kadar tütün alayım yanıma.Elbette  Kızılay'a kan vermeyeceğim ebediyete kadar. Cıvık bir ay parçası yakalarım, belki elimde erir.Yaz bitmeden beni ele verecek sonbahar. Ağır sanayi hamlesini sindiririm. Çoluğumun çocuğumun rızkını veririm sana. Sana gelişimde vardır bir tohum. Uçuşup duran uçurtmaların defterini dürerim sana. Senin gözlerin bir tanım değil midir. Değil midir ki, gövdelerimize isim verilmekten bıkan bizler, gülmek devrimci bir eylem olduğu için en faşist duyguların insanı olmamış mıydık?
    Sen üzgünken, pek oralı olmadık.Yorulduk, kaba saba adamlara devletin kötü bir şey olduğunu anlatmaktan. Tövbe etmeye yüzümüz, yaprakları kımıldatmaya mecalimiz kalmadı. Her iyi şey senin kokunun ardındadır. Düşmanca tavırları alt üst eden senin kokundur.Senin kokun için top oynar çocuklar sokaklarda.
 Koltuğu sigaranın üzerine bıraktım.

10 Temmuz 2014 Perşembe

Seatle İçin İftar Vakti

        Borsaya ve Amerika'ya çok erkenden eyvallah dedik.Oysa ben dinçtim yasak kitapların arasında. Karantinaya alınmamıştım daha insanlar ürkmesin diye.Şaşırmamıştım daha nefsimin sınırlarının olmadığına.Ayakkabımı bağlamak için en  uygun yeri arıyordum, dakikalarca yürüdüğüm sokaktaki kalabalık rahat yürüsün diye.Akademik bir başarının dava arkadaşından daha büyük olmadığı zamanlardı.Bir şeyler karalıyorum belki senden de bahsederim.Buna da ceza yazsın zabıtalar. Aynı coğrafyada mıyız?

       Yozgat mitolojosinden bahsetmeliyiz belki, bilmiyorum. Ancak yastığın yanakta bıraktığı desenleri hatırlarım hala.Bu halde bizi görmemeliydi dünya.Çok tıklanan bir site almamalıydı elimizden kuka tesbihi. Ve biz menekşeler ekmeliydik köyümüze. Eski 403 lere hayrandım ben mesela. Kames topların kames olduğu zamanlara.Her "hayırlısı olsun" deyişimizde hep aleyhimize karar çıktı. Hayrolan şeyler bizim lehimize idi ama. Mecalim yok şimdi harfleri yormaya.Elbette güneşin suskunluk salgıladığı yalandır. Ve elbette kadir-i mutlaktır, yalan söyleyerek kendi enerjisini üreten bir çağı helak etmeyen Allah.Çok iyi gecelerle ahbaplık ettim. Hepsi delikanlı adamlardı. Uykuyla ziyan edecek kadar delirmediğimiz gecelerdi. Ve aynı coğrafyadaydık. Kelime oyunlu tabelası olan bir tuhafiyenin önünde bekliyordum. Küçükken babamın izin vermediği sevinçleri kas yapmıştım koluma. Sağa sola yumruk atıyordum ama gene de bir vahiy gelmiyordu. Eşşek kadar herifler ağlıyordu kadınların önünde.Soğukkanlı bir harekettim işte uzatmalara giden maçta. Neden rüyalar ayıp değildir? Neden her sabah ötmek zorunda gerizekalı kuşlar? İsrail mallarını boykot etmediğim için mi tüm bu başıma gelenler? Şekerin suda nasıl çözüldüğünü kimyadan önce de biliyorduk.Sadece onlar isim koydu, biz de tasdik ettik. Sonra her şeye isim vermeye başladılar. Hiç ölmeyecekmiş gibi isim veriyorlardı. Kaçırılan çerçiler, arnavutlar, çingeneler hepsi bir utançtı gönlün zekatı için.Aynı coğrafyada idik ve kafamız basmıyordu para pul işlerine, salak ve güzeldik.


13 Haziran 2014 Cuma

Tetris

           Yüzüm dışındaki bütün azalarım kızarma karakterine sahip. Mesela gözlerim. Ben mahcubiyet havasını içime çekemediğim için gözlerimi zor durumda bıraktım.Her an yeni cezalarla cezalandırılacak suçlara sahibim. Kızarıklarım açık büfe olarak pazarlandı, unutulacak sergiler arasında.Birbirlerine bağırıyorlar köpekler sokakta.Aklımın ucundan mesajlar geçiyor. Uyuma ölelim.Sen o kavun kokan bahçelerin böceği. Yürü yaprakların üzerinde, üzerine gökyüzünden bir haber gelmedikçe. Deneme kendinden fazlasını yanına almayı.Söyleme böyle. Tamam dur. Ezanın uykudan hayırlıdır yerinden yazıyorum şu an size ey insanlar.İhraç fazlasıyım ben, çünkü evimin karıncaları duymuyor küfürlerimi. Babasının tekmeleyerek sabah namazına uyandırdığı adamlarla arkadaş oldum. Arkadaş. Ne kadar itici bir kelime.İlkokulda o herkesin bildiği resim,yani; güneş,dağ,nehir ve bacası tüten evden oluşan bir resim.O resimde, o güzel güneşli günde bu baca neden tütüyor lan diyen birine aşık olmuştum.
         Ortaya karışık putlar yaratmışsınız ben uyurken. Çirkinlik damlıyor fotoğraflardan. İdrar yolu ile dışarı atılan zehirler. Bahar bitmişti ve artık hiçbir erotik hikaye duymak istemiyordu kediler.Yabancı ezgiler geliyor kulaklarıma ben istemeden.Ben kokunun karadan nasıl yürüdüğünü bilen birisiyim. Parmaklarımın arasında dolanan dumanın o sahte gülüşünü de.Bir ikindi uyanışı bu.İçinde yürürken sallanan evlerin çocukluğu. Bir baba beklentisinde ölmek. Eğer düzelecekse bütün geometri kuralları, eğilip bükülsün isterim hatıralarım.Fakat değişmeyecekse hiçbir imla kuralı bırakın bende böyle tazelensin hafızalarım.


5 Haziran 2014 Perşembe

Yerli Kanı.

          Nihayet kelimesini kullanmadım hayatımda hiç. Nedenini sormayın. Bir gün Adana sokaklarında eve doğru yürüyorum. Son zamanlarda artık eve gelirken abur cubur yerine meyve sebze alıyordum. Baba olmaya ilk adımdır. Sonrası da iyi karpuzu seçmektir. Neyse tam pazara doğru girecektim, 16 - 17 yaşlarında iki karton toplayıcı genç önümü kesti." Abi bize sigara satar mısın "dedi. Sigara ver demedi. Zaten karton toplayıcılar ve yetimler benim kutsalımdı. Bir de böyle yedi krallık asilliği ile bir şey rica edince,kollarım iki yana düştü. "Emeğinize kurban olurum sizin" dedim.
         Gece kelimesi artık çok popüler oldu. Ben kahvaltılarda buluyorum şimdi hüznü. Ses olsun diye evde kahvaltı yaparken 90 lardaki tiyatro dizilerini açıyorum. Komik ama gülmüyorum. Sabah namazına uyanınca eşini yanında bulamayıp caddelere düşen alzaymır bir dedenin hüznü. Odamdaki dört duvarın üçü kendi arasında arkadaş oldu, gruplaştılar. Diğeri çok içine kapanık, yemeden içmeden kesildi son zamanlarda
         Aslında ben bu yazıyı tedirginlik üzerine yazacaktım. Yıllardır yıkanmayan perdelerimin tedirginliği. Tedirginlik. Ne tuhaf kelime Allah'ım. Aynaya bakar gibi oluyorum bu kelimeyi duyunca. Çünkü ben tedirginliğin vücut bulmuş haliyim. Tüm ömrüm tedirginlikle geçti. Her şeyin karşısında tedirginim zira,devletin Allah'ın ve insanların. Hatta meyvelerin ve sebzelerin karşında bile. Dağlara karşıda tedirginim. Korkmuyorum ama tedirginim. Orkestranın içinden çıkan detone ses değil bu hayır.Aşkın en saf halindeki tedirginlik hiç olamaz. Hakikat mi? Asla. Günlerin saçları var. Her günün bir saçı var bende. Mesela Pazaretsi'nin saçları kırmızıdır. Sarı saçların günü Salı'dır. Cuma'nın seherden sonra saçları ağarır. Tedirginim ben. Çok tedirginim. Tarlada, annemle beraber, akşamın o bir çocuğu sevindiren bozuk para güzelliğindeki güneşinin karşısında, dikenlerin ve güllerin içinde, yüzlerce fidanın yanında ham ve tertemiz toprağın üzerinde domates tuzlayıp yerken bile tedirgindim ben evet. Ama bu tedirginliğimi size yedirmeyeceğim. Dokunmatik hayatlarınıza meze olmayacak benim tedirginliğim. Benim tedirginliğim. Benim büyük ve çaresiz tedirginliğim.
           Hoş laftan anlamıyor devletimiz. Var olsun tedirginliğimiz. Bir ömrü sensiz bitirmek nasıl bir bayram sevincidir. Çocuk seslerinin arasında kaybolan bir bisiklet hayaliydi bu.En dokunaklı kelimeler bile koruyamaz beni gözlerinden. Sesinde beni böyle alt üst eden şey neydi. Neydi o beni böyle tedirgin kılan. Nasıldı kırılgan paraların hayalleri. Bilmek istiyorum tüm bu vakıfların neden basiretsiz olduğunu. Eski beton parke taşlarında yankılanıyor artık şehirlerin,kentlerin ve çocukların ölümleri. Hepsi,hepsi palavra altını yeşil fosforlu kalemle çizdiğimiz cümleler. Yalan bütün dikenli teller. Yurdu demir ağlarla ören adam kanattı bizim gençliğimizi. Ama varsın kaplasın çehremizi hain  faşizm, korkmuyoruz, çünkü beş zaman dilimizdedir iyya kena'büdü ve iyya kenastain.


26 Mayıs 2014 Pazartesi

Gözünden Tanırım Dertli Adamı

    Sezai Karakoç "yalnızlıktan ikinci bir kişi oluştu içimde" demişti. Ben çok unutuyorum her şeyi aslında. Doğuştan alzaymır var sende demişti bir arkadaşım. Ama bazı şeyleri unutamıyorum. Bunlar böyle aşk meşk mevzuları değil ha. Çok önemsiz şeyler, aslında kimsenin hatırlamak istemediği şeyler. Mesela bir ara küçükken bizi sürekli korkutan bir abi vardı, iri yarı dev gibi bir abi,esmer kavruk bir şey. Onun bir ayakkabısı vardı siyah,uzun pas parlak bir ayakkabıydı, onu hatırlıyorum misal. Şey var bir de, hastaneye gitmiştim geçen sene. İlk defa hastaneye gittim herhalde hayatımda.Orada danışman bir kız vardı, beni görür görmez gülmeye başladı,aslında sosyal hayatta çok soğuk birisiyimdir yabancılara karşı. Neden güldüğünü anlamadım,yaklaşıp yanına sordum:
-"Neden gülüyorsunuz hanımefendi, bir şey mi oldu?"
+"Çok özür dilerim size gülmüyorum" dedi.

Dedi ama gülmeye devam etti. Bunları unutmuyorum, saçma sapan şeyler ama belki elli yıl sonra bile o kadının neden bana güldüğünü düşünebilirim.

   Ben gal ü beladan beri iki çift muhabbete hasretim. Bir güzel sözün kölesi olmaya razıyım lakin insanlar bunu çok görüyorlar,bir merhabayı esirgiyorlar birbirlerinden ve benden. Bir gün beyaz bayrak çekecek dünya -biliyorum- bu asırlık acılar karşısında.
   Tıpta karşılığı vardır elbet tüm bu yaşananların. Ne Felsefe ne de Kelam derman oluyor yaralarımıza. Birazdan azalır umutlarımız. Ne zaman bir ümit çığlığı duysam kafamı önüme eğer sağır taklidi yaparım. Uhud okçularının pişmanlığı kadar pişmanlık, ashab-ı kefin yorgunluğu kadar yorgunluk var üzerimde. Her şeyi bitirmiş tüketmişim sanki. Ne yare bir selam söyleyecek halim ne de bir harfe dokunacak kadar dermanım var.Suratına suratına vurmalı,ritmle vurmalı ama kişisel gelişim için değil piçsel gelişim için. Çocukluğunuzu hatırlayın mesela ama bisiklet alamayan babanızı değil. Deli olun mesela ama akıllı olmak için değil. Faşist olun mesela ama sosyalist olmak için değil.Ayık olun mesela ama patlamak için değil.
İbrahim Kaypakkaya ve Metin Yüksel arasında bir bağ var aslanım. Yaşasın halkların bölünmesi. Halklar kardeş değildir.Felsefe ve Kelâm arasında da bir bağ var. İnsan kanıyla değirmen döndürülen bu dünyada susamak lüks oldu.Ruh hastası değilim ruhum hasta.Dünyanın her şehrinin sokaklarında iyi bildiğim bir hüzün var.Turgut Uyar ;" hüznümüzü büyük şeylerden sanırsanız yanılırsınız." demişti. Ne güzel demişti. Sabah namazına kalkmak devrimci bir eylemdir. Hadi gel yanıma anlat her şeyi. Zamandan bahset bana. Her zamankinden daha hızlı geçtiğinden dem vur. İşe yetişmek için alarm kur. Ak düşen saçlarına boya vur. Sebebe sebep,sonuca sonuç.,kahra kahır bul. Polis gelip vursun kafeste kuşunu, sen kızgın yağda acılarını kavur. Dön sonra de ki vel asr innel insane lefi husr.


     

11 Mayıs 2014 Pazar

Sebebi Zayıf

  Şu anda İran'da bir kedi sokakta yürüyor, sağa sola atılmış çöplerin arasından geçiyor. Patilerini dikkatli atıyor yerdeki kola kutularına basmıyor. Büyük bir çöp konteynırının üzerine çıktı şimdi Tahran'ı seyrediyor. Arka iki ayağını kırıp kıvrılıyor oraya büküyor boynunu. Birazdan çöpçüler çöpü almaya geldiklerinde rahatsız edecekler prensesi ama haberdar değilmiş gibi derin bir uykuya dalıyor. Hemen ileride eski bir plakçının önünden bir baba oğul geçiyor; "elimi sakın bırakma oğlum" diyor baba. Uzun gri eskimiş bir paltosu var belli ki yıllardır aynı paltoyu giyiniyor. Oğlunun gözleri dolu ya ağlamış ya da ağlayacak. Kim bilir babası dövdü ya da annesini daha çok seviyor annesiyle bu haftaki son görüşmesi.Hava soğudu.
    Bu paragraf sekizinci sınıf  toplumcu gerçekçi bir  romanın vasat bir gelişme bölümü olabilirdi. "Yağmur çiselerken "diye de ekleyebilirdim. Üç dört karakterle destekleyip piyasada rölantiyi tutturabilirdim.Ama artık eski yağmurlar yok kar da yağmıyor.
   Son iki haftadır sürekli burnum kanıyor. Önemsiz benim için. Kanayan yerlerimizin olması bile güzel aslında yaşadığımı hatırlatıyor çünkü. Annem aradı neden anneler günümü kutlamadın diye. Kapitalizmin oyunu dedim boş işler ana bunlar dedim. Üzüldü. Bir saat sonra tekrar ben aradım gönlünü aldım. Çok tuhaf oldum aslında. İliklerimize kadar işlemiş boşluk. Anılarım şeytanın kesesindeki paralar benziyor, keseyi açtığınızda kurumuş yapraktan başka bir şey bulamıyorsunuz diyor Sartre. Aslında ben de yalnızdım ama bir kente yürüyen ordu gibiydim.

   Geçmişinizi cebinizde saklayamazsınız onu koyacak bir eviniz olmalı oysa gövdemden başka bir şeyim yok benim. Dönüp geriye bakınca hiçbir başarısı olmayan biri olduğumun bilincindeyim. Yenilgilerimin de tecrübe kazandırdığı söylenemez. Yazdığım en içten yazıdır bu. Eveleyip gecelemedim kelime oyunları da yapmadım. Kader bir çizginin üzerinde yürümek ise o çizgi bizim dünyamızda yok.Bir yük trenin altında kalan kuşların gagalarında kalmış benim ömrüm. Bir ezginin ortasındayım şimdi. Bir yangının sonunda. Artık her şeyi tüketmiş gibiyim. Bana verilen sürenin sonuna geldim herhalde. Yarışmacı arkadaşlarım da öldü. Ben de öleyim. Öleyim tekrar dirilmeden. Başka bir dünya da istemiyorum. Tövbe edecek yüzüm de yok.Ne varsa yaşanacak onları da istemiyorum. Benim görmediğim hiçbir yeri de görmek istemiyorum. Suratım dağıldı. Gözlerim şişti.Evet gerçekten de üç günlük dünyanın üçüncü günündeyim. Son saatlerim olsun. Vasiyetim de yok geriye bırakacağım bir şey de yok. Rahatça gömebilirsiniz beni. Arkamdan ağlamayın demiyorum. Bir iki sene sonra zaten her şey düzelecek hayatınızda. Ailem de iki üç yıl sonra kendi hayatlarına devam edecekler.

      Yollarımı gittiğim yollarımı düşünüyorum. Bu ayaklar kaç kilometre yapmıştır acaba. Ölürsem en çok yürümeyi özleyeceğim. Saatlerce hiç durmadan yürüdüğümü bilirim. Geleceğimi görüyorum,şurada şu sokakta işte.Şimdiden biraz daha solgun. Gerçekleşecek de ne olacak sanki? Gerçekleşmeden ne kazanacak? Şu İran'daki kedi..Yürüyor,demin oradaydı şimdi başka bir yerde. Anlayamıyorum bunu. Şimdiyi gelecekten ayıramıyorum artık,ama sürüp gidiyor bu,yavaşça gerçekleştiriyor kendini. Zamanın ta kendisi bu,hem de çırılçıplak zaman.Ağır ağır var oluyor,bekletiyor insanı. Ama ortaya çıktığı zaman canımızı sıkıyor baştan beri orada olduğunu tahmin ediyorsunuz çünkü.Çünkü "kahkahamın düşürdüğü çiçekleri bulamadılar" diyor ismet abi.

    Hayat bir düğündü biz de bir Kamber. Hep bizsiz yaptılar düğünü. Şimdi bize gökyüzünden o düğünü izlemek yaraşır, bulutlardan yapılan parmaklıklar arkasından...

     

3 Mayıs 2014 Cumartesi

Kanal


     Hiç hasmım yok galiba.Bir hasıma nasıl sahip olunur. Hasımlar da duysun, bu adamlar bir Allah'ın selamında bulunur.Durma, sen de git katıl. Sen de hayatını zerrelere bölen kültürlere küllük ol. Sigara ol elleri kan kokan adamların elinde. Okutma kızını, sen de git abone ol o kurak tarlalara. Beslen tabi, sen de ekmeğini ye babaannenin kefen parasından. Soyunu sopunu ayaklarına ip bağlayarak hatırla. Bu psikolojik koğuşlarda gel sen de yat bizimle beraber. Gez Paris sokaklarında, belki Hemingway ile beraber bira içersin saat 10 dan sonra.Bok var çünkü bu dünyada. Gerçekten sadece bok var. Ne kadar ironi varsa yap. Yaşa yaşayabildiğin kadar. Sev sevebildiğin kadar, aşık ol tıksırıncaya kadar, adam öldür,hırsızlık yap, esrar iç.Kokla bütün çiçekleri, her limanda bir kadın sev. Her şeyi görmüş geçirmiş ol. Kanaat önderliği yap sonra. Kitap yaz. Şarkı söyle. Daha yaşanacak ne var deme, erkeksen tayt giy mesela. Al eline spreyi, duvarları boya o gülünç solculuğunla. Camiye gidip cemaatle namaz kıl yirmi yedi kat sevap umuduyla, belki cemaat dağıldıktan sonra yiyeceğin faizi hafifletir.Yirmi dokuz liraya takipçi satın al.Dünyadaki bütün filmleri izle. Kuzey Avrupa'yı gez.
      Gusül al örneğin günahlarından arta kalan toprakla. Sonra adam olmaya çalış. Üryan gelip üryan gitme. En kaliteli takım elbiseleri satın al. Tavaf et kalbini kırdığın kadınların saçlarını.
Ne kadar köpek ve şebek varsa oku onları.
     Yandı bir kere ruhumuz elbet gününde birinde geçer. Allah IP adreslerimizi de biliyor sonuçta.Kahkaha at en korkunç suratlara. Kabul et sana yöneltilen bütün suçlamaları. Satır satır yaz gördüğün bildiğin her şeyi, sakın eksik kalma hiçbir şeyden. Sus, daha fazla sus ki duysunlar seni.            Kimseye de bahsetme bunlardan kardeşim, çünkü sen eşrefi mahlukatsın, sana hata yapma fırsatı verilmiş. Ademe de verilmişti çünkü. Verilmeseydi Rab Adl olmazdı. Hayat hakikat güneşi, ruhumuz hilkat garibesi. Korkma! Yaşamak umrunda olsun. Dizimi dövüyorum kızım olsun diye.Bakma sen bana, huzurun yanında yanan bir ateşim ben.
Laf olsun diye yazdım zaten bunları. Zıvanam kadar da sevemedim ulan insanları..


   

27 Nisan 2014 Pazar

Gergin Adam

   İlk meal okuduğum zaman 30-40 sayfa aralıksız okumuştum 13 yaşındaydım sanırım. Orada anlatılanları kafamda çizgi film gibi canlandırıyordum hatta Nuh'un gemisindeki hayvanları izlediğim bir animasyon belgeseldeki hayvanlarla eşleştirip isim vermiştim onlara.Okuduktan sonra babama "Baba Allah neden bu tehdit edip korkutuyor bizi?" demiştim. O da :" Bizi değil oğlum kafirleri O'na inanmayanları tehdit ediyor." demişti.

   Azer Bülbül demiştim. Evet. Müslüm'ün, Orhan'ın, Ferdi'nin gölgesinde kaldı bu tütün sarısı adam. Çok mu içiyordu,evet. Ama hep gergin saatlerin adamı oldu. Onu dinleyen adamlar hep dışlandı toplumdan. Aslında toplumu dışlayan onlar oldu. Kız kaldırmalık şarkılar yapmadı Azer. Onun linkini paylaşmaya utandılar. Otobüste o çalınca inenler oldu. Kulaklıkta son ses kimse dinlemedi onu. Yeşilçamda oynayamadı. Hülya Avşar'la sevişemedi. Dört bir yanı kuşatılmış şehir gibiydi , hiç tadı olmadı hep zehir gibiydi o kadar doluydu ki nehir gibiydi aklı yerinde değildi ama deli de değildi.Deliydi belki.Delilik bir mertebedir çünkü. Azer dinleyen esmer yürekli çocuklar ciğere ciğere vurdu beş yaprağı. Sikimsonik popüler kültür magandalarından kırk tanesini bir dizesine değişmeyeceğiz gergin adamın. Üzülmedik ki reis. Kaderimizdir dedik üzülmedik. Murat Menteş ibişi Orhan'ı, Ali Lidar romantiği Ferdi'yi, enteller Müslüm'ü yazdı biz de seni sevdik Azer. Mekanın cennet olsun.

       

23 Nisan 2014 Çarşamba

At Kendini Discolara

Acar'a ithafen;


Cana yetinen ne olabilir. Bir cana ne yetebilir. Çaresizlik mi en bilinen çarelerde. Her terslikte bir düzlük var mıdır hakikaten, terso mudur zaten hayatımız? Bilinçsizken bile kendimizdeyiz. İnsanın kendinde olmaması aynı zamanda günahlarda olduğu anlamına da gelir. Nasıl ilerliyoruz mesela satıyorlar mı bizi ilerlerken tüm bunların da sebebi korkular mıdır. Bir şarkıdan yazıyorum size çıldırıyorum yerindeyim şu an. Aklımızı başımızdan alırken her şey başa döndürür bizi.

Kuran kursunda yediğimiz dayaklar etti bizi galiba ya da orada öğrendiğimiz tecvid ayakta tutuyor gönlümüzü. Polifonik melodide kaldı benim gençliğim. Enfeksiyon kaptı ömrümüz. Bir çift sözümüz kaldı yarin kaderinde. Önce Kerem olduk aslıyı sonra Ferhat olduk dağları delip özlem tekine dönüştük. Böyle de garibandır mizahımız. Razıyım yarabbi erken ölmeye. Muradımız böyleymiş kemancı kardeş diye sekizinci sınıf bir şaire evrilebilirdim. Ama gerçekliğin kıyısındayım şu an yüzleşiyorum kendimle ve bilincimle. Kırmızı kalemle yanlış çizdik kale çizgisini. Mahallenin en küçüğünden dayak yedik. Onur'du adımız sözde. İmamın iki dudağı kadar ömrümüz.
Masaya yancı olsak hesabı biz öderiz. Gerçek her şeyin babasıdır çünkü her şeyin anasını sikmiştir gerçek.


13 Nisan 2014 Pazar

Doğru Bu

 Çok büyük üzüldüm seneye de üzülürüm. 11 aydır çalıştığım yerden istifa ettim geçenlerde. Aslında hiç başlamamıştım işe nasıl istifa ettim anlamadım. İşsizim. Hiç iş sahibi de olmadım.Çorap değiştirir gibi acı değiştiriyorum. Acaba hayırlı evlat olmak nasıl bir duygu. Dört beş ay önce bir dost meclisinde kahkaha attım aradan beş on saniye geçti şöyle bir durdum hemen toparlandım utandım gülmekten utandım. Yaşadığım şeye ihanet ettim sanki. Bilmiyorum.

  Bilerek doğuruyoruz acıları. Bilerek ölüyor ve bilerek yaşıyoruz. Pişmanlığın ve geriye dönüşün faide vermeyeceği o günü de biliyoruz. Bilerek hata yapıyor ve bilerek yaptığımız hataya üzülüyoruz. Bilerek saçmalıyor bilerek diriliyoruz. Bilerek yalan söylüyor bilerek aşık oluyoruz. Bilerek yaraların kabuklarını kolayca kaldırıyoruz. Bilerek hüzün kitaplarına adımızı yazdırıyoruz. Bilerek yüreğimize paha biçiyoruz.
Biraz gurbet olmuşuz biraz memleket. Biraz yabancı olmuşuz biraz biraz tanıdık. Biraz cevap olmuşuz biraz soru. Her şeyden azar azarız. Hiçbir şeyden çoğuz. İyiden uzak hüzne yakın, acıya paralel hüzne dik olmuşuz. Toparlanamıyor belimizi doğrultamıyoruz. Boynumuzdan bağlamışlar yaşamaya. İsmimiz yazmıyor ilmeğimizde. Ne bir türkü olmuşuz ne de bir hasret. Tüm bu telaşın içerisinde bir “var” var. Tüm bu varlığın içinde bir yokluk var. Umudun ışıkları tünelin sonunda dörtlüleri yakmış bekliyor aslında. Tünele girince telefon çekmeyeceği için korkuyoruz tünele girmeye. Prize yakın olmasak yaşayacağız belki. Sabah uyandığımızda beyaz ekranlara değil de gökyüzüne bakmayı becerebilirsek olur.
Sonbaharda, karanlıkta, gecenin bitimi, takatin son damlasında. Hatta ve hatta tüm bu telaşın içinde bilerek unuttuğumuz görmezden geldiğimiz o “var” a dönüyoruz aslında hep, bilerek veya bilmeyerek. İsteyerek veya istemeyerek. Menfaat icabı veya değil. Rehabilitasyon icabı veya değil. Gönül rahatlığı veya değil. Züğürt tesellisi veya değil. Acının içinde kıvranırken dahi dönüyoruz ona. Hata yapmadan önce de dönüyoruz yaparken de yaptıktan sonrada. Korkarak da dönüyoruz. Severek de. Ama dönüyoruz ama seviyoruz. Dönmeyi ve sevmeyi istiyoruz. İşte bu alemi manada vuku bulan bir olaydır. İşte bu bizim gövdemizi tunca dönüştüren sarsılmaz iman kalesidir. Evet iman!


   Evet iman!Yoklukta ve darlıkta. Hatada ve acıda. Her yanlış da ve günahta. Her sevapta ve iyide. Hissediyoruz. İnanıyoruz. Teslim oluyoruz. Acılardan,yanlışlardan, sancılardan arındırmasada, rehabilite etmesede. Sevsede sevmesede. Dönüyoruz. Eve dönüyoruz,kalbimize dönüyoruz,şarkıya dönüyoruz. 



10 Nisan 2014 Perşembe

Dünya noluyor götün başın oynuyor

Yalnızlığa alıştıysanız yalnız değilsinizdir artık. Yalnızlık değerini kaybetmiştir.Basitleştirmiştir yalnızlık. Çorapla ıslak terliğe basmış gibi olursunuz. Rüzgar ne yönden eserse tersi istikamette yürüyoruz.Hiçbir ezgi bizim için çalmıyor. Hiçbir parmak değmiyor bizim için defe. Dönüyoruz. Dönüyoruz hiç varamadıklarımıza. Hiç bilmediklerimize dönüyoruz. Tıpkı bilmediklerimizi düşlediğimiz gibi. İnsan bilmediği daha önce görmediği bir şeyi düşleyemez. Düşleyebiliyorsada o gördüğü düş değildir. Düşünemediğimizi düşleyemeyiz.
Döngü demişken. Tanrı ve yarattıkları. İkisini birbirinden bağımsız düşünüyordum ben şimdiye kadar. Ama dün gece bunun böyle olmadığına kanaat getirdim. Tanrı ve yarattıkları iç içe. Belki de aynı düzlem içerisinde. Zira böyle olmasaydı insanlar Tanrıya inanmamakta özgür olurdu. Allah ve yarattıkları aynı düzlem içerisinde bir sistemde devam ediyor. Bu sistem asla başa dönmüyor. Bu sistem asla bir döngü değil. Başı ve sonu olan bir sistem kesinlikle değil. Bu sistem Tanrı nın kontrolünde maddenin,toprağın,insanın,dünyanın ve alemlerin yaşamlarını sürdürdüğü bir şey. Evet şey. Burada kısır bir döngü yok baş ve son yok. Başlangıç ve bitiş yok. Allahın kontrolünde akıp giden bir akarsu gibi, aynı şeyden iki defa olabilir ama aynı şey kesinlikle başa dönüp aynı şey olarak devam etmiyor. Tıpkı Soundcloud sitesinde var olan şarkıların sırayla çalması gibi. Ama sınır Soundcloud. Bu sitenin içerisinde bir şarkıdan 100 tane olabilir. Ve belirli aralıklarla bu şarkı çalabilir ama asla başa dönmez. (Tabi tekrar et modu koymazsa Soundcloud). Tanrı ve yarattıkları da böyledir. Azer Bülbül ile ilgili bir yazı yazacağım hatırlatın bana.
Bugün gene format attım acılara. Zaten ne zaman acılara format atsam aklıma arabanın triger kayışı gelir. Tövbe edecek yüzümüz olsun yeter demiştim zamanında. Eskiden Küçük Emrah'ın motorcu çetelerle ilgili bir dizisi vardı. Kapkara siyah deri montlar tüylü müylü. Ne güzel günlerdi be. Yormayayım klavyeyi,kelimelere zulmediyorum şu an. İçimden geliyorum çok yorgunum.


2 Mart 2014 Pazar

Kale Arkası

  Hiçbir zaman çözemeyeceğiz annemizin düğümlediği poşetleri. Celladımıza gülümserken verdiğimiz pozları profil fotoğrafları yapınca köprüden atıldık mahzenlere.Afiyet olsun diye yemek getiren kuryelere; “gel beraber olsun” diyen adamlardık en nihayetinde.Ne zamana ayak uydurabildik ne de halaya. Ne halay başı olabildik, ne de mapusa duvar.

  Sevdalarımız sevda olmadı, cefalarımız cefa. Tabipler el çekti bizden. Herkesin tanıdık olduğu yerde yabancı olduk. Ayak bastığımız köprü kurudu. Karıncanın karşısındaki mazlum ağustos böceği olduk. Sıra bize gelince mesai bitti. Kaza yaptık hava yastığı açılmadı. Sigara yaktık otobüs geldi. Mahzunnin yıldızı kaydı göremedik. Nuh’un gemisine bilet bulamadık. Karaborsaya düştü umutlarımız. Ensar olduk muhacir bulamadık. Fransa olduk ihtilal oldu. Azınlık olduk ayakkabımızın deliğinden vurdular.
Müslüm Gürses avamın arabeskçisiydi Orhan entellerin.

 Modernizme söven herkesin kravatı neden çok pahalıydı. Hüzün kitaplarına önsöz olmuşuz. Mutluluğa dansöz.”Yalan hiç yıkılmayacakmış gibi görünür” diyor Ataol Behramoğlu.


  Hayat Mardin kapısıydı biz de atlayamadık..


26 Ocak 2014 Pazar

Dünya Xayine

    Folklorik olarak saygı duyduğunuz totemleri bir kaşık suda boğayım.Unutulmaya yüz tutmuş sancılarınızı geri dönüşüm kutusuna atmayın bana verin. Karşıdan karşıya geçen arkadaş grubunda herkesin koşarak geçip zalimce güldükleri karşıya geçemeyen çocuk kadar korkak, annemiz üzülmesin diye ölmeyecek kadar cesur çocuklardık biz. 


   Memlekette piramit adında bir giyim mağazası vardı ben çocukken. Oraya babam bizi bayramdan bayrama götürür, pantolon ve kazak aldırırdı.  Üçüncü olacak bir mont,ayakkabı alma lüksümüz yoktu. Pantolon ve kazağı da babam seçerdi hippi işi giyinmeyelim diye. Ben biraz daha şanslıydım zira kardeşim hep benim eskilerimi giyerdi. O mağazada tam kasaya parayı ödemeye giderken babam biz sevinelim diye parayı bize verir kendisi dışarıda bizi beklerdi. Kardeşimi tokatlar ben öderdim artislik olsun diye. Ancak kasiyer kadın ürünleri poşetlerken 4 çeşit poşet vardı. Ben bir tane poşeti çok severdim. Koyu kahverengi karton bir poşetti.Üzerinde kocaman bir sarı piramit vardı muazzamdı. Biz sıra bize gelene kadar ben hep o poşete bakardım. İnşallah kıyafetlerimizi o poşette verir diye. Bizden önceki herkese o poşeti verirdi cadı sila kılıklı karı. Sıra tam bize geldiğinde "o poşetten istiyorum" diyemezdim. Hep içimde patlardı. Her bayram o poşetin burukluğunu yaşadım. Her defasında naylon poşetle eve dönerdik. 

   Arda arda sıralanan sıradanların arkasından içimizden seslenirdik, diyemezdik dilimizin ucuna gelen her ne ise. Ağzımızı açsak kurşun yiyecektik. Yayınla kaydet taslağa döndürdü bizim hayatımız.

 Ezra pound ;" Kafamız üzüntüyle dolu, acımızı kim anlar? / 'Üzüntümüz büyük, ama dönemeyiz ülkemize" diyerek özetlemiş mevzuyu. Kabristana yalnız girecek lüksümüz yok,o poşetle girebilirim belki alan olursa. Acılarımız en büyük yoldaşımız en nihayetinde. Su veren itfaiye memuru biz olduk hep bize küfretti neyzen. Konuşmak harcımız olmadı bizim. Metropollerde boğduğumuz gençliğimiz, nasr tutan ayaklarımız gece tarifesi oldu. Bizim yarışmada kazanmak acılı ve sorunluydu önemli olan ölmekti.